11 Şubat 2018 Pazar

NE İDİK, NE İÇİNİZ?

Maddeden yaratıldı insan, madde ise "ol" emriyle var oldu. Madde sebeplere bağlı idi. "Ol" emri ise sebeplilikten bağımsız idi. Yalnız onun bu hürriyeti, mutlak manada olup tahayyülünün bile imkânsız olduğu bir cevherdi. Tanrı diledi ve "ol!" dedi ve böylece sebeplilik ve ona tam teslim "madde" meydana geldi ve böylece Tanrı, Zât-ı Akdeslerinin hiç bilinemeyecek bir mefhumunun karşıtı olsun diye âlemleri vücuda getirmiş oldu... O yüzden her şeyin benzeri vardır, Tanrı'nın ise yoktur; her şeyin çifti vardır, O'nun ise eşi yoktur. İlk sıfatını, Kitâb-ı Kerîm'inde Rahman olarak belirledi ki, yarattıklarına ikramını vurgulamak için; sonraki sıfatını da Rahim diye belirledi ki onlara verdiği ikramlarının onları esirgemesinin, bağışlamasının ve sevmesinin bir eseri olduğunu vurgulamak için... Sonrasında bütün övgüleri Kendi Zât'ına özgüledi ki, Zât'ının "İlk" ve "Son" yani Evvel ve Âhir olmasını hiçbir koşula mahkûm edilemezliğinin idrâkine eren o güzel kullarıyla dost olsun... İşte bu idrâk maddeden türeyen insanın, maddenin cevherini keşfetmesi yani insanın kendi özünü keşfetmesidir. İşte burada akıllar durur ve Zât-ı Yüce Allah'ı tespih nağmelerinden başka bir söz çıkamaz o kulun ağzından... O kişi gerçekten "kul" olduğunun şuuruna ermiştir ki, artık o kimsenin her anı secdedir, yani itaattir. O kul artık tam mânâda bağımsız olmuştur. Maddeyi gönlünden silip atan o yiğit kimseler artık "melekût" âleminin malı olmuştur. Sözleri hikmet, davranışları rıfk, işleri ise salih olmuştur. O yiğitlerin artık söyleyebilecek tek sözü kalmıştır:

"Bütün övgüler yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgüdür!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.