13 Şubat 2018 Salı

BİREY VE DEVLET ÜZERİNE - I

Devletler, kodamanların icât ettiği, kölelerden oluşturulmuş sürüler yetiştirme araçlarıdır. Devlet, başta eğitim kurumları olmak üzere, bilcümle geliştirdiği araçlarıyla, adına "devlet" denilen soyut bir kavrama "koşulsuz itaat"i, çocukluk çağından başlayarak her zaman ve mekânda insanların zihinlerine zerk ederek kişiyi, birey olma durumundan soyutlanmasını sağlar. Birey olabilmek kişinin kendi kendisine yetebilmesi durumudur. Bu durumun gerçekleşmesinden en şiddetli bir biçimde korkan devlet mekanizmasını işleten kodamanlardır. Zira birey olabilmenin biricik koşulu tam ve hakiki anlamda kişinin özgür olmasıdır.

Devlet bu koşulun tam tersini insanlara empoze etmek ve hatta buna zorlamak için geliştirilmiş bir kavramdır. Devletler başta mülki anlamda, insanlar üzerinde kolluk kuvvetleriyle tahakküm, modern tabirle hegemonya kurmakta ve mülkiyet hakkının gasbına vatandaşlarının(!) gönüllü olabilmelerini sağlayabilmek için de ideolojiler vasıtasıyla benliklere hükmetmeye çalışmaktadır. Bu itibarla devletler, günümüzün popüler deyimiyle ifade edecek olursak "faşist" olmak zorundadır ve tüm varlığını da faşizme borçludur. 

Devletlerin demokrasi kavramıyla halka "özgürlük" pazarlaması yapması ise bu faşizmin en korkunç boyutudur. Zira özgürlük, devletin veya herhangi bir kurumun, kişinin veya kişilerin ihsanıyla gerçekleşemez. Bu en korkunç yanılsamadır ve bu yüzdendir ki yanılsamaları kutsayan devlet, kendi çıkarına olan ve halkın çıkarına olmayan durumları demokratiklik olarak dillendirecek fakat kendi çıkarına olmayan fakat halkın çıkarına olan durumları ise antidemokratiklik olarak nitelendirip bu konuda halkı cezalandırma yoluna gitmekten de çekinmeyecektir. Zira yasaları halk dizayn etmez; yasaları ancak yasa yapıcı kurumları ellerinde bulunduranlar dizayn edebilir ki, onlar da kendi menfaatlerine ters düşen yasaları icat edemezler. Bunun nedeni ise devlet ile vatandaşın menfaatlerinin asla uyuşamayacağı gerçeğine dayanır. Zira tarih bize göstermiştir ki, devletler sürekli yıkılır ve yerine yenisi inşâ edilir. Aslında bu yıkılmayı mecazi anlamda devlete izafe ettik; aslında olan, devletin ideolojisinin değişmesi durumudur. Fakat ne var ki, insanlar tarafından bu, "yeni kurulan devlet" olarak algılanır. Aslı esasında işin özü şudur: Yeni egemen güçlerin, eski egemen güçlere karşı galip gelmesi yeni(!) bir devletin inşâsını zorunlu kılmıştır yani sadece kodamanların cisimleri yahut vasıfları yahut her ikisi de değişmiştir. Böylece devlet-vatandaş menfaatinin çakışmasıyla vatandaş tarafından dalga dalga büyüyen yeni bir kodaman sınıfının, önceki kodaman sınıfına baskın çıkmasıyla yeni kurulan(!) devlet, yeni egemen güçlerin belirlediği ideolojiyle önceki kodamanları yok eder ve devlet hayat bulmaya devam eder. Bunun adına da "devrim"(!) derler! Tarih tekerrürden değil bir döngüden ibârettir. Bu yüzden tarihteki tüm isimleri değişen devletler, "eski egemen güçler-yeni egemen güçler"in el değiştirmesi durumunun şaşmaz bir sonucudur. Hülâsa devlet aynı devlet fakat devletin vatandaşına uyguladığı dayatma yani ideoloji başka olmuştur!

Peki insan nasıl kendi kendine yetebilecek yani bir birey olabilecektir? İşte bu sorunun cevabını kapitalizm veya sosyalizm-komünizmde ararsanız yine devlet denilen zâlim yapının kurbanları arasına katılırsınız. Çünkü kapitalizm ve komünizm arasındaki tek fark, isimlerinin farklı olmasıdır. Kapitalizm-komünizm çatışması, sermayenin kimin elinde olacağına ilişkin kuru ve kısır bir tartışmadan başka bir şey değildir. Sermaye iki ideolojide de devlet vasıtasıyla hayat bulabilmesi zorunluluğundan, birey olabilmenin önündeki engeller olarak kalmaya mahkûmdur ve asla kabul edilemez!

Birey olabilmek, kendini gerçeğe ve adalete adayan ve bu uğurda ölümden asla çekinmeyen cesur yiğitlerin harcıdır. Bunu gerçekleştirebilecek yegâne sistem ise "idea" kelimesinden yani tutarsız düşlerden türeyen "ideoloji"ler değil, Tanrısal bilgi olan vahye yani Kur'ân'a teslimiyet yani İslâm'dır. Cenâb-ı Allah, Hûd sûresinin 1 ve 2. âyetlerinde şöyle buyurarak tam hürriyet ve istiklâlin reçetesini insanlığa deklare etmiştir:

 الَر كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكٖيمٍ خَبٖيرٍ 

اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اللّٰهَ اِنَّنٖى لَكُمْ مِنْهُ نَذٖيرٌ وَبَشٖيرٌ


"Elif, Lâm, Ra... Bir Kitâb'dır: O'nun âyetleri hüküm verici kılınmış sonra herşeyi hikmete uygun yapan ve herşeyden haberdar olan (Allah) tarafından detaylandırılmıştır. (Bu) Allah'tan başkasına kul olmayasınız/kulluk etmeyesiniz (diyedir!) Şüphesiz ki ben O'ndan sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim!"(11/1-2)

Alıntıladığımız bu iki âyet, kişinin hürriyetinin yalnızca Allah'a kul olmakla gerçekleşebileceğini beyan etmektedir. Bunun sağlanması için de kişinin Allah'ın Kitâb'ına aracısız muhatap olması ve kendi hayatında nasıl yol alacağının hükümlerini detaylarıyla birlikte aklıyla idrak etmesi gerekmektedir. İşte kölelikten özgürlüğe kurtuluşun yani birey olabilmenin reçetesi ancak ve ancak budur!

*** Şimdilik bu kadar... Makâlenin devamı gelecektir...***

The Composer - Ergin USTAOĞLU



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.